Bursa kalesi 3,380 m. uzunluğunda, on dört burçlu ve beş
kapısı olan bir yapıdır. Belediye tarafından başlatılan yenileme çalışmaları
ile kalenin ortaya çıkarılması, göz önüne serilmesi kuşkusuz iyi bir şeydir.
Ancak tarih kadar çevrenin de, floranın da, faunanın da önemli olduğu
unutulmuştur.
Bu yazı, surları tamir edeceğim diye, serçelerin evlerinin
başlarına yıkılmaması gerekliliği üzerinedir. Evet, serçelerin!
Tahtakale’den Hisara doğru çıkarken başınızı kaldırıp surlara
bakarsanız kışın güneşli günlerine aldanan serçelerin kale taşlarının arasında
yuva olacak bir delik arama telaşına şahit olabilirsiniz. Oradan oraya uçuşup
dururlar. Ama müteahhit, kale gibi bir iş çıkarmış; eksik gedik bırakmamıştır. Serçelerin
sığınabileceği, başlarını sokabilecekleri bir yuvaları artık yoktur.
Serçeler göçmen kuşlardan değildir. 25 yılı bulan
yaşamlarını aynı muhitte geçirirler. Bu bağlamda Bursa kalesinin en eski sakinleri
serçelerdir, diyebiliriz. Kalenin ilk olarak M.Ö 180-200 yılında Bitinyalılar
tarafından yapıldığı hatırlanır ise, serçelerin bin-iki bin yıldır bu surlarda
oldukları anlaşılabilir.
Bithinyalılar, Romalılar, Bizanslılar ve Osmanlılar
birbirini izleyen dönemlerde aynı muhitte, kale içi diye bilinen bu alanda hüküm
sürerken de serçeler hep buradaydı. Osmangazi
Bursa’yı on bir yıldır kuşatmışken ve hala alamamışken, “öldüğümde beni oradaki gümüşlü kümbete gömün” diye işaret ettiği
Saint Elia manastırı bile henüz inşa edilmemişken serçeler kaledeki oyuklarda
barınıyordu.
Oğul Orhangazi 1326da şehri fethettiğinde ve
Osmangazi’nin büyük oğlu Alaadin Bey daha Osmanlının Bursa’daki ilk camisi
olacak yapının temelini attırmamışken, öte de kiliseye benzer mimarisiyle Şahadet
Camii daha tasarlanmamıştı bile; ama serçeler orada kalenin bedenindeydi.
Bugün Hisarda
çocuk kütüphanesi olan eskinin Lala Şahin Paşa Medresesi 1339 da inşa edilirken
amelelerin tayınlarından dökülen kırıntılara serçeler konup kalkmıştı. Taş oyma
ustası Nakkaş Ali’nin, Hisar’a kendi adıyla bir mescit nasip edilmesini niyaz
ettiği o duayı ilkin serçeler duymuştur.
Hıristiyan tebaanın vergisini toplayan maliyeci
Cizyedaroğulları görevlerinin başında mutlu mesut iken; Haraççıoğlu
Medresesi’nin varlığı havada ses olarak bile yok iken; Muhiyyiddin Efendi daha
Üftade değil de hala Ulu caminin ücretli imamı iken ve saat kulesini yaptıran
II. Abdülhamid meyve ağacında bir tomurcuk bile değil iken; kalede serçeler vardı…
Yılda 3-5 defa kuluçkaya yatan serçelerin kargışa bağrışa
kale duvarlarında eski yuvalarını armaları boşuna değildir. Yenilenen surlar
boyunca çaresizce eski yuvalarını arayan serçelerin bedduası fenadır, söyleyelim;
öyle öteki beddualara benzemez. Sonra bu başımıza gelenler nedendir, diye
şaşırmayın! Bilin ki yuvaları yıkılan serçelerin bedduasıdır.
BURSA'DA MEYDAN / 16 Ocak 2014
Oğuz hocam şaşırtmaya devam ediyorsunuz, harika bunlar. Olcay YILMAZ
YanıtlaSil