5 Haz 2014

ATATÜRK STADYUMU İNSAF KISKACINDA


                       Atatürk Stadyumu İnsaf Kıskacında
            Bursa Atatürk Stadyumu, Atatürk Kapalı Spor Salonu ve Atatürk Lisesi’nin yıkılması kararı bir kere “Atatürk” isminden dolayı bir duyarlılık yaratıyor. 
            “Nedir yani” diyorlar, “Atatürk ismini yok etmek için mi bu tesisleri yerle bir etmek istiyorsunuz?”
            Böyle olmadığı, sadece bu nedenle bu yapıların yıkılmak istenmediği bellidir.
            Değil mi yani, öyle olsa; yıkılan Merinos’un yerine yapılan tesise “Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi” adı verilmezdi. Bunu yapan rahmetli Hikmet Şahin aynı partinin önceki büyükşehir belediye başkanı idi.
            İnsaflı olmayı hep karşıdan beklememek gerekir.
                                                           ****
            Yalnız, yine hatırlarsınız belki… Rahmetli başkan Şahin, o dönemde Atatürk stadyumunu yıkıp yerine alışveriş merkezi (AVM) falan yapmak için epey bir çabalamıştı. Bursa’nın sivil toplum örgütleri tıpkı bugün olduğu gibi yine ayağa kalkmıştı. En garibi de ne biliyor musunuz; şimdiki başkan Recep Altepe’nin bu yıkıma karşı neredeyse sert bir karşı duruş sergilemesiydi. “Bursa’nın iki stadı olacak, kimse yıkamaz burayı!” falan diye demeçler verirken, kendisi de aynı partinin Osmangazi Belediye başkanı idi.
            O arada rahmetli eski başkan, şimdi Kent Meydanı diye bilinen o beton yığınını oluşturuverdi. Eh, betondan AVM yapma güdüsü bir miktar tatmin mi oldu, nedir; Atatürk Stadyumu yıkım işi unutulur gibi olmuştu.
                                                           ****
            Bir mekânın yıkılması, hele böyle toplumun ortak anılarının kol gezdiği Atatürk Stadyumu gibi yapıların hoyratça yıkılması büyük travmadır.
            Cumhuriyetin kurucusu Kemal Atatürk’ün 1926’da kendi cebinden 1000 lira bağışlayarak yapımına öncü olduğu Bursa stadyumu elbette, alelade bir top sahası değildir. Bu stadyum bugüne kadar maçlar, 19 Mayıs bayramları, konserler ve daha neler (mesela bir defasında akrobatik araba gösterisi izlemişliğimiz bile vardır) ne yaşanmışlıkların mabedidir.
            Bursalıların hafızası gibidir, Atatürk Stadyumu…
            Unutmayın 2010'da Bursaspor, yıkılmak istenen bu stadın çimleri üzerinden süper lig şampiyonluğuna ulaşmıştır. 
            Biraz vicdanlı ve vefalı olmak gerekir.

Yıkılmak İstenen Bursa Atatürk Stadyumu ve Arkada Beton Bursa

             Dün, “Atatürk stadı yıkılamaz” diyen belediye başkanı, bugün yerle bir edeceği şehrin hafızasının yerine nasıl şahane bir beton yığının yer alacağını da kurgulamış; görmüşsünüzdür. Beton yığının altı otopark olacakmış. Onun üstünde kafeteryalar, dükkânlar falan… Tematik heykel yeri bile ayrılmış. Bir de serbest kürsü olacakmış.    Aslında Atatürk Stadyumunun yıkılmasıyla Bursa’nın başına ne geleceğinin ipucu hemen yakındaki Altıparmak meydanında sergilenmiş durumda: Beton BTSO binası, beton duvarlar, yazık edilmiş yüzen taşlar heykeli!
            Yetmedi mi bu kadar AVM, bu kadar ucube?
                                                           ****
         İnsanların talebi, Atatürk Stadyumu’nun halkın spor ve diğer sosyal etkinliklerine açılmasıdır. Bursalıların para ödemeden spor yapabileceği, koşup yürüyebileceği, güneşlenip nefes alabileceği, sohbet edip, çocuklarının, torunlarının çimlerin üstünde koşuşturmasını seyredebileceği ve hafızalarının hala yerinde olduğuna şükredebileceği bu mekâna ihtiyaçları vardır.
         Biraz insaflı, vicdanlı olun kardeşim…
                               06 Haziran 2014 / Cuma, BURSA'DA MEYDAN

29 May 2014

EŞEKLER ÇOK DAHA DEMOKRATTIR.

                   Eşekler, Çok Daha Demokrattır.
           
           Eski Bakan Binali Yıldırım’ın kardeşinin İstanbul Kızılay Şube Başkanı olduğunu böylece öğrendik. İlhami Yıldırım kardeş, "Ya bu ülkede eşek gibi sessizce yaşayacaksınız ya da defolup gideceksiniz." Diyesi imiş.
          Ne zaman mı? 


Başından Vurularak Öldürülen
Uğur Kurt Ve Ailesi
      Uğur Kurt adlı yurttaşın İstanbul Okmeydanı’nda Sokak ortasında başında vurularak öldürülmesinden hemen sonra… Uğur Kurt’un taziye için  Cem evine giderken polisin açtığı ateşle öldürüldüğü ortaya çıktı. Ardından mahallede çıkan olaylarda ne yazık ki bir kişi daha yaşamını kaybetmişti.         
        Ve milletin bağışlarını insanlık için kullanması gereken bir yardım kuruluşuna nasılsa sızmış bu faşist bozuntusu, bir ölümün ardından “ya sessiz olun ya da biz sizi sessiz hale getiririz” tafrasında, adeta ulusa sesleniyor.
         Varlık nedeni ve gücünü milliyet, dil, din, mezhep, renk ve benzeri hiçbir ayrım gözetmemekten alan, hepimizin iftiharı Kızılay’da bu tiplerden daha fazla olmadığını umuyoruz.

          Demek ki bu heriflerin, elinde olsa bir deprem anında kendilerine göre “sessiz” olmayan insanlara, mesela Gazi Mahallesine bırakın yardımı, Kızılay’a çorba bile  dağıttırmayacaklar.
          Burada Ağabey Binali Yıldırım’ın hakkını teslim etmek gerek tabi, kardeşinin bu eşekli tweetiyle ilgili olarak “Sosyal medyada yer alan mesajlar benim tarafımdan asla kabul edilemez.” Demiştir.
                                                           **** 
              Kendilerini ülkedeki her şeyin sahibi sanmaya başlayan, bu arızalı muktedirlerin hangi eğitim sisteminde, nasıl bir güdü ile yetiştiklerini merak etmiyor da değiliz.

             Şimdi mesela, eşeklerin sessiz yaşadığını ilk kez duyuyoruz.
            Zira Türkçe de, “eşek gibi sessiz yaşamak” diye bir deyim yoktur. Türkçede “eşek gibi çalışmak” fiili vardır. Çoğu zaman övünme ve bir parça da sızlanma için kullanılır. Hani “eşek olana semer vuran çok olur” gibi…
            O sessizlik vasfı belki daha çok koyunları çağrıştırır.

            Bir de eşeklerin çok güzel gözleri vardır. Ülkemizin bazı yörelerinde insanlar birbirini “eşek gözlüm” diye severler.

            Sevimlidir, eşekler, özellikle de sıpaları…

            Eşek sütü anne sütüne en yakın süttür; çok besleyicidir.
            Eşeklerden iyi kılavuz olur. Yol açmak için eşeklerden yararlanılır. Öne bir eşek katılır, ardı sıra hesaplamaları yapan mühendisler rotayı kâğıda döker.
            Barış Manço’nun o çok sevilen şarkısının adı hatırlarsınız, “arkadaşım eşek’tir.”
            Fakat eşekler oldukça rahatsız edici bir sesle anırırlar, öyle sessizdirler falan; değildir, yani…
            Ayrıca eşekler, çok demokrattır. Tarih boyunca insanlar arasında hiçbir ayrım gözetmeden hizmet etmişlerdir.
            Ha, bakın bir de “eşekten düşen iflah olmaz”, derler ki! 
            Vallahi bak, düşmeye gör…
 
29 Mayıs 2014 Perşembe / Bursa’da Meydan

22 May 2014

TEKME, TOKAT, TERS KELEPÇE


                      Tekme, Tokat, Ters Kelepçe

         Resmi açıklamalara inanılırsa, Soma’da 301 madenci yaşamını yitirdi.
            Ateş düştüğü yeri yaktı, nihayetinde…Fakat toplumun ruhunda onulmaz yaralar açan bir beklenmez hançer darbesi oldu, Soma…
            Darbe deyince; birileri, Soma’daki katliam gibi ölümlerin hükümeti devirmek için tezgâhlandığını bile öne sürdü.
             Daha kazanın olduğu ilk gün resmi ağızlar; söz konusu madenin “çok güzel bir işletme olduğu, sahiplerinin kaliteli insanlar olduğunu” açıklamıştı. Yeni bir “yedirmeyiz” vakası ile karşı karşıyayız derken; ölümlerin artışıyla rüzgâr dönüverdi. Yine o birileri, bu sefer de maden sahibinin “mason” olduğunu fısıldamaya başladı.
            Ülke yeniden şaşkınlık, umutsuzluk ve öfke sarmalına girdi.
                                                                     ****
            Soma’ya giden başbakan tepkiyle karşılandı. Arabasının kalabalıklarca tekmelendiği, darp edildiği görüntülendi. Yaşanan arbedede bu sefer başbakanın bir göstericiyi darp ettiği, devamında korumalarının zavallı adamı bir güzel benzettiği iddia edildi.
Protestocu Madenci Erdal Kocabıyık, Başbakan Danışmanı
Yusuf Yerkel'den Tekme Yerken
            O yetmedi; başbakan danışmanı Yusuf Yerkel isimli şahıs, özel harekât timleri tarafından yere yatırılıp etkisizleştirilen protestocu madenci Erdal Kocabıyık’ı, onlarca kameranın önünde kendinden geçercesine tekmeledi. Ardından ne olur ne olmaz diye korumaların arasına kaçtı. Hemen ardından da incinen ayağı için “kapı gibi doktor raporu” aldığı duyuldu. Akıllı adam tabi, yoksa niye koskoca başbakan ona bir şeyleri danışacak olsun.
            Bu sırada madenden çıkarılan ölü sayısı kademeli olarak yükselmeye devam ediyordu.
                                                     ****
            Çağdaş Hukukçular Derneği Başkanı Selçuk Kozağaçlı, Soma öğretmen evinde bir açıklama yaptı. Özetle,  TKİ’nin 140 dolar maliyetle çıkardığı kömürü, 23 dolara çıkaranlara katliama neden olmaktan dava açacaklarını, mallarına mülklerine el konulması gerektiğini söyledi. ÇHD avukatları polisin göz altısına uğradı.  Ters kelepçe ve orantısız şiddet uygulanması sonucu ciddi şekilde yaralandılar.
            Somada 301 canın kâr hırsına kurban edildiği algısı giderek pekişti.
            Ve son güne kadar hiçbir sorumlunun ifadeye dahi çağrılmaması AKP Bolu Milletvekili Ali Ercoşkun’u bile çileden çıkardı: "300 kişinin can verdiği bir yerde bu kadar gün geçtikten sonra ancak adımlar atılmasını gerçekten anlamakta zorluk çekiyorum" dedi.
            Velhasıl, onlarca insanımızın yitip gittiği bir olayın acı tablosu bu ve benzeri iç karartıcı haberlerden oluştu.
                                                       ****
            Şimdi, ne mi olacak?
           Gerçeğin ne olduğunu apaçık ve tane tane anlatan ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı gibi delikanlı adamlara, itibarsızlaştırma ve ötekileştirme operasyonları devam edecek. Gündem, zaten kendiliğinden değişecek, Cumhurbaşkanı seçimiydi falan…   
            Emekçi şehitlerin ruhu şad olsun, Allah ailelerine sabır versin.
            Sana da geçmişler olsun Türkiye…

                                           22 Mayıs 2014 / Bursa

15 May 2014

KADERİMİZ KÖMÜR KARASI BİR HUZUR MU


                 Kaderimiz, Kömür Karası Bir Huzur mu?
            Türkiye 2014 yılının 14 Mayıs’ında bahara yakışmayan, kapkara bir güne uyandı. Sabah ajansların duyurduğu, Somadaki maden kazasında 200 işçinin öldüğü haberi ülkeyi yasa boğdu. Ne yazık ki şehit emekçilerin sayısı giderek artarak 274’e ulaştı. Ancak hala ulaşılamayan işçiler var. Yaşamını kaybeden madenci sayısının bundan daha fazla olduğu iddiaları yurttaşlarımızın huzursuzluğunu artırıyor. Fakat bu trajik sayı bile Türkiye tarihinin en büyük maden kazasını yaşadığımızı ortaya koyuyor.
            Somadaki maden kazası ülkemizde büyük infial yarattı. Hükümet önlem olarak derhal 3 gün yas ilan edip tüm ülkede camilerden sala verilmesini sağladı. Keşke bu hızlı kararlar onca canımız yok olmadan gerekli ve yeterli önlemler için alınabilseydi.
                                         ****
            Başbakan Erdoğan daha önceki maden kazalarında yaptığı gibi işi “kader” diyerek,  açıklayıverdi. Soma belediyesinde gazetecilerin sorularını yanıtlarken de (2)“Arkadaşlar yani biz bir defa bu tür ocaklarında, kömür ocaklarında bu olanları, lütfen buralarda bu olaylar hiç olmaz diye yorumlamayalım. Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey yok.”
            CHP’nin bundan kısa bir süre önce maden ocaklarındaki sorunlara dikkat çeken meclis önergesini MHP ve HDP de desteklemiş fakat iktidar partisince gündeme alınmamıştı.
            Başbakana bu durum hatırlatıldığında ” O günkü gündemde bu Soma ile ilgili CHP’li vekilin getirdiği öneri veya önerge, sadece o günkü gündemi engellemeye yöneliktir. Kendi konuşmasında Soma’yla ilgili tek kelime bulamazsınız. Başlıkta Soma geçiyor ama içerde yok.”
            Bu durumda geriye yas ilan etmek ve sala verdirmekten başka iş kalmıyor. İşçilerimizin kömür karası kaderlerine bakar mısınız?
 

           Allahın verdiği o hafızalarınızı bir yoklarsanız: 17 Mayıs 2010 da Zonguldak’ta 30 maden işçisi yaşamını yitirdiği o faciayı hatırlarsınız. Başbakan Erdoğan’ın, olayın ardından yaptığı açıklamada "Bu mesleğin kaderinde var" demesi o gün de tepkilere neden olmuştu.(2) Kader…Tıpkı, bugünkü gibi...

Dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer'in sarf ettiği sözleri duyanlar ise akıllarına mukayyet olduklarına şükrettiler.  Dinçer, şunları söylemişti (2): "O patlamadan kaynaklanan şok, galeriye ve asansöre zarar vermiş. Yeraltındaki tahribat, kurtarma çalışmalarını da olumsuz etkiledi. Kurtarma ekipleri, çok büyük risk alarak kurtarma çalışması yaptı. İlk 19-20 cesedimizde bahsettiğiniz türden herhangi bir şey yoktu. Güzel öldüler. O konuda ben acı çekmediklerini ve fizik olarak da güzel öldüklerini buradan rahatlıkla söyleyebilirim. İlk çıkardığımız 20 kişinin kimlik tespitinde sorun çıkmadı. Diğerleriyle ilgili DNA testine başvurmak zorunda kaldık. Bütün işçilerimizi ailelerine teslim ettik. Hepsi defnedildi, hepsi huzur içindeler.”

            Memleketin kaderi maalesef bu, kömür karası acayip bir huzur içinde olmak… 

(2)  http://www.ntvmsnbc.com/id/25100758/

                                              14 Mayıs 2014 Çarşamba BURSA DA MEYDAN

8 May 2014

AĞLAMAK, VİCDANI YENER Mİ?


                    Ağlamak, Vicdanı Yener mi?  

            Meclis Genel Kurulu'nda haklarındaki soruşturma önergeleriyle ilgili görüşme yapılmadan önce, 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasına adı karışan dört eski bakan, AKP Genel Merkezi’nde partili arkadaşlarıyla bir araya gelmişler.
            Erdoğan Bayraktar, Zafer Çağlayan, Muammer Güler ve Egemen Bağış bu toplantıda, haklarındaki yolsuzluk ve rüşvet iddialarıyla ilgili açıklamalarda bulunmuşlar.
            El Cezire’nin haberine göre,operasyonun asıl hedefinin Başbakan olduğunu belirten eski bakanlar, kendilerinin araç olarak kullanıldığını, piyangonun onlara vurduğunu” söylemişler. Ayrıca çevreye verdikleri rahatsızlık için özür dilemişler. (1)
                                                          ****
            Allahın verdiği hafızanızı bir yoklarsanız, 17 Aralık soruşturmasının şok günlerinde, o zamanın Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, NTV kanalında: “Soruşturma dosyasındaki imar plan değişiklikleri Başbakan'ın bilgisi dâhilinde yapıldı, Başbakan'ın istifa etmesi gerekir” demiş ve ardından hem milletvekilliği hem de bakanlıktan istifa ettiğini açıklamıştı. (2)
                                        ****
       Allahın verdiği hafızanızı bir daha yoklarsanız: Müstafi bakan, bu sözlerinden dolayı partisinden dışlanmış, muhalefet tarafından övülmüştü: CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, NTV’nin sorusunu cevaplarken “İnandığını şeyleri söyledi: Başbakan’ın verdiği talimatları yerine getirdim. Eğer o talimatlar yanlışsa, yolsuzluğa kaynaklık yapıyorsa, önce yargılanması gereken, istifa etmesi gereken kişi Erdoğan’dır dedi. Bir Karadenizli, delikanlı gibi davrandı.” Demişti. (3)
       Ancak bir zaman sonra, ortalık yatıştırılmaya başladığında muhalefetin delikanlısı eski yuvasına geri dönmüştü.
       Neyse işte…
           Söz konusu eski bakan, toplantıda: “Benim adımın karıştırıldığı dosya ile ilgili zaten takipsizlik kararı verildi. Bütün bu asılsız iddialar nedeniyle çok zor durumdayım. Meclis’e gelemiyorum, çalışmalara katılamıyorum, gece gündüz ağlıyorum, çok zor durumdayım.” Demiş ve ardından yine ağlamaya başlamış. (1)
                                                                       ****
       Vasat bir Türk vatandaşı olarak, Allahın verdiği hafızamızda ağlamakla ilgili neler var, bir bakalım:
İtalyan Ressam Bragolin'in Ünlü Tablosu
       1980'li yıllarda Türkiye'de çok sayıda minibüsün, otobüsün camını, dükkân, lokanta ve evlerin duvarını süsleyen o ünlü “ağlayan çocukresmi var. Gülen cemaatinin Sızıntı dergisinin ilk sayısına bile kapak olmuştu.
            Ya, Fethullah Gülen’in ağlayarak verdiği televizyon vaazları unutulur mu?            Galiba bundan sonra sağanak halinde bir ağlama yağışı başladı ülkemizde… Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanı Gül, Meclis başkanı Çiçek, Genelkurmay Başkanı Necdet paşa, Bülent Arınç, Ertuğrul Günay, Binali Yıldırım, Fatma Şahin, Zafer Çağlayan, Ahmet Davutoğlu (dışişleri bakanı olduğu için daha çok dış ülkelerde ağlamıştı), İdris Naim Şahin, Nimet Çubukçu ve adını sayamadığımız birçok siyasetçi ve bürokratın mahrem gözyaşlarını izlemek zorunda kaldık.
            Hükümet edenleri böyle ağlak görünce insanın etkilenmemesi gözlerinin dolmaması mümkün mü? Duygusal bir halkız; bir kısmımız o gözyaşı seline kapıldı tabi… Olsun… Ama önemli bir kısmımız da gözyaşları deniz olsa Allahın verdiği o vicdanı boğamaz dedi ve ağlamadı… Şimdi güzel ülkemizin geleceği tam bu noktada düğümlenmiştir: Ağlayarak o vicdan bertaraf edilebilir mi? 

 
                                     9 Mayıs 2014 Cuma / BURSA DA MEYDAN

1 May 2014

BURSA'NIN ŞİFRELERİ


                                 Şehrin Şifreleri

            Sokaklarında yürüyoruz; semt, mahalle isimlerini adresimiz olarak kullanıyoruz. Suyunu içiyor, havasını soluyoruz. Kargaşasını, gailesini yaşıyoruz. Şehrimiz, hayatımız… Fakat çoğu zaman vasfından habersiziz…
                                                              ****
            Bursa adının, antik dönem krallarından Prusias’tan (M.Ö 300) devşirildiği bilinir.
Bursa Yıldırım Bayezit'in Şehridir, En Çok...
            Üç merkez ilçesinden birinin adı Yıldırım’dır. Bektaşi olduğu söylenen Yıldırım Bayezid, (1360-1403) Osmanlının en çok cami yaptıran padişahıdır. Ulu cami en büyüğüdür. (1396) İstanbul’un fethi için ilk hazırlıkları yapan da odur. Kendine has kişiliği ve içkiyle arasının iyi olması dönemin dinbazlarının hoşuna gitmemiştir. Ondan fazlasıyla sebeplenenler, kuyusunu kazmaktan geri kalmamışlardır.
                                                              ****
            İvazpaşa mahallesine adını veren Hacı İvaz Paşa Yıldırım’ın veziri ve mimarıdır. Sadece onun mu? Oğlu Çelebi Mehmet’e (1389-1421) ve onun oğlu genç padişah 2. Murat’a da (1404-1451) hizmet yapmıştır. Mimar olarak birçok cami ve yapıya imza atmıştır. Siyaset, bugün olduğu gibi o zamanda temiz değildir. Mimarı olduğu “Yeşil Cami’nin kapısındaki kitabeye adını yazdırarak, Sultan Murad’a saygısızlık ettiği” gerekçesiyle vezirin o yaşlı gözlerine mil çekilip, Tokat’a sürgüne gönderdiler. (1427) İvaz Paşa, kör edildikten bir yıl sonra yaratanına kavuştu.
                                                               ****
            Buhara’dan Bursa’ya genç bir delikanlı olarak gelen (1390) Muhammed Şemsettin geçimini çömlekçilik yaparak sağlar; aynı zamanda çevresine İslamı öğretir.
            Nasılsa, Yıldırım seferde iken kızı Hundi hatun ile evlendirilir. Padişah durumu haber alınca çok sinirlenir; hemen katlini ister. Araya Molla Fenari girer de, damadın canı bağışlanır. Peygamber soyundan geldiği için “Emir” adını alan sultan damadı, zamanla Emir Sultan ismiyle anılır. Bursa da yaklaşık 40 yıl yaşam sürer. (1430) Camisi ve türbesi adını taşıyan semttedir. Oradan bakınca, aşağıda Yıldırım Cami ve Bayezid’ın yattığı mütevazı türbe görülür.
            Yıldırım, Ankara savaşını ihanetler sonucu kaybederek, (1402) Timur’a esir düşer. Bursa’yı işgal eden Müslüman Timur, anlaşılmaz bir kinle Ulu camiyi ahır olarak kullanır. Fakat hemşerisi saydığı Emir Sultan’a büyük itibar gösterir. Onu, ana yurduna Buhara’ya davet eder. Emir Sultan bunu reddeder. Timur, ısrarcı olmaz. Ama oğlu Emir Ali’yi yanına alır ve onu günümüzde İmralı adası olarak bilinen adaya yerleştirir. Emrine asker verir. “Emir Ali adası” zamanla İmralı olur. Oğlunun Osmanlı aleyhine çalışması Emir Sultanı çok üzer;  “ölsün” diye dua ettiği rivayet olur.                                              
                                                                ****
            Hamza Bey İstanbul’un fethine katılmış ünlü bir komutandır. Fatih Sultan Mehmet tarafından elçi olarak Romanya’ya gönderilir. Ne yazık ki Kazıklı Voyvoda’nın emri ile beraberindeki heyetle beraber kazığa oturtularak öldürülür. (1461) Cesedi yurda getirilir ve padişahın da katıldığı bir törenle Bursa’da bugün adıyla anılan mahallede defnedilir.
                                                                ****
            Gel zaman git zaman yine Buhara’dan bir İslam âlimi çıkagelir. (1495) Kendisini, Emir Sultan’ın kız kardeşinin oğlu olarak tanıtır. Bursalılar ona ve ailesine kucak açarlar. Adı Seyyid oğlu Mehmed olan bu zatın bir süre sonra dayısının adını taşıyan camiye imam olmak ve postuna oturmak istemesi tartışma çıkarır. Buharalı âlim, o mahalden uzaklaşmak zorunda kalır. Neden sonra ona sahip çıkanların yardımıyla bir tekke açma imkânı doğar. Zamanla adı “Pir Emir” olarak anılır. Adı, bugünkü Piremir mahallesine yadigâr kalır.
                                                           ****
            Bursa, Yıldırım, Emirsultan, İvazpaşa, İmralı, Piremir, Hamzabey…
           Şu Bursa şehrinde bunca zamandır yaşarız da çoğu şeyin farkında bile değilizdir. Duyunca da: “Meğer şehrimizin her sokağı bir romanmış”  deriz. Oysa romanlar okunmak ister, bilmezden geliriz.

 Kaynaklar: Büyükşehir Belediyesi yayını / Bursa da Zaman, Nazım İntepe “Dibace”, Prof. Mustafa Kara / Kadir Atlansoy Bursa Dergâhları- Yadigâr-ı Şemsi
 
                                   BURSA DA MEYDAN / 2 Mayıs 2014

 

24 Nis 2014

UCUBE DÜZEN


                               Ucube Meydan

                Altıparmak caddesinin sonunda eskiden SSK binası vardı.
            SSK bitti… Ardından bina da gitti; yıktılar. Ama yerinde, çok güzel bir alan açıldı. Arkadaki kayaç yapı bütün güzelliğiyle ortaya çıktı. O doğal haliyle bile şu son ucube halinden bin kat daha iyiydi.
            Ne yazık ki en sonunda orası da “marka Bursa” diye yırtınanların beton alanı oldu.
                                                                       ****
            Mehmet Aksoy’un Kars’ta yaptığı “İnsanlık Anıtı” heykelinin başına gelenleri hatırlarsınız.  Başbakan Erdoğan beğenmediği heykel için “ucube” falan diye girizgâh yaptıktan sonra iş, tamama erdirilmiş ve o heykel yıkılmıştı.
            Heykeltıraşı Mehmet Aksoy altta kalmamış, başbakanın “ucube” diyerek eserine hakaret ettiği gerekçesiyle dava açmıştı. İstanbul 3. Adliye Hukuk Mahkemesi’ndeki süren davada, “ucube” kelimesinin anlamının Türk Dil Kurumuna sorulmasına karar verildi. 
            TDK nihayet cevap yolladı: Dilimize Arapçadan girdiği belirtilen ucube kelimesinin sıfat olarak “çok acayip, şaşılacak kadar çirkin olan”  anlamındadır. Bu tanımlardan da anlaşılacağı üzere ucube sözü olumsuz anlamda olmakla birlikte hakaret anlamı taşımamaktadır. Bu söz, kişinin bazı kişi ve varlıklara ilişkin kanaatini anlatan bir kelimedir.”
            Bunun üzerine avukat Ferah Yıldız, Başbakan’ın ucube kelimesini, heykelin tarihi dokuyu bozması nedeniyle kullandığını ifade ederek, heykelin içeriği ya da heykeltıraşla ilgili bir ifade olmadığını belirterek,  davayı koparıp götürmüştü. Yani…
            Yani “ucube meydan” derken, örnek kişilerin dilinden esinlenmekte bir sakınca görmedik.
                                                           ****
            Gelelim, Altıparmak Meydanının “çok acayip ve şaşılacak derece çirkin” betonlaşmasına”…
            Açılan meydana önce “Yüzen Taşlar” ismi verilen ilginç iki heykel konuldu. Hacivat ve Karagöz’ü simgelediği ve dünya da bir ilk olduğu falan söylendi. Sonra ortaya çıktı ki; meğer bu heykellerin benzerleri aynı heykeltıraş tarafından Amerika’nın Illinois eyaletinde hem de dörtlü olarak yapılmış. Bursaport.com yazarı Rüstem Avcı’nın deyimiyle “ heykel işi, traş çıkmıştı”.
            Aslında heykeller hiç de fena değil; o meydanda ziyan oluyorlar resmen… Keşke başka koşullarda karşılaşsaydık. Ama olmadı, olamadı.
            Heykellerin arkasındaki doğal kayaç yapı teras gibi bir betonla örüldü. Devamında ise BTSO (Bursa Ticaret ve Sanayi Odası) için üç katlı toplam 1.609 metrekarelik bir ek hizmet binası yapıldı. Yani gitti çalışanların SSK’sı, geldi patronların BTSO’su!
            Bütün bunların üstüne,  ucube meydanın geceleri pavyon gibi ışıklandırılmasına ne denilebilir ki?   

                               BURSA DA MEYDAN  /  25 Nisan 2014

 

20 Nis 2014

FUTBOL ŞİRKETLERİ VE AMME


                Futbolun Şirketleri ve Seyircileri

            17. yüzyılın en çok kullanılan felsefi lafı, “hayat bir tiyatrodur” imiş… Ünlü Shakspeare bile birkaç eserinde bunu replik olarak kullanmış.
            Günümüzde farklı mı? Tiyatro, hayatı yansıttığına göre hayat ta bir tiyatrodur, elbette!
            Burada tiyatroyu hafif bir şeymiş gibi gösterme çabası var, sanılmasın. Evet, günlük dilde “hayat bir tiyatro” denildiğinde, arkasından sitemle karışık bir eleştiri gelmesi beklenir.
            Futbol maçlarının oynandığı stadyumlar mesela, bir tür sahne sayılmaz mı? Oyuncular, seyirciler ve oyun; daha ne olsun aynı be ya…
            Fakat memleketimizde profesyonel futbol şirketleri üzerinden alengirli bir tiyatro oynanır ki benzeri yoktur. Tam evlere şenliktir!
                                                           ****
            Profesyonel futbol liginde yer alan kulüpler basbayağı, bildiğiniz ticari şirketlerdir. Ama mesela mahalle bakkalı, kasabı, manavı kuruş vergi kaçırsa maliye anasını ağlatır. İşçinin, emekçinin, memurun o aspirin kutusunu doldurmayan maaşının vergisi ise daha havada iken kesilir. Gelgelelim dilimizin dönmediği milyon dolarların, peynir ekmek parasıymış gibi kolayca telaffuz edilebildiği ticari futbol kulüplerine vergi ayrıcalığı vardır.
           Tuuuu… Tuhaftır yani…

           Tuhaftır, bu şirket kulüplere bir de üstüne tüy diker gibi, milletin parasıyla stadyum yapılır; kutsal mabet havasında. İstanbul da yapılır, Ankara da yapılır, Adana da yapılır, orda, burada şurda yapılır; mesela, Bursa da 45 bin kişilik bir stadyum yapılır.
            Hayatında seyirci olarak bir kez maç seyretmemiş Emine teyzenin parası, futbolu günahı kadar sevmeyen Ahmet abinin, Remzi amcanın parası, futbolla uzak yakın akrabalığı bile olmayan yüz binlerce yurttaşın vergileri bu ticari spor kulüplerine stadyum yapmak için harcanır.
            Ya arkadaş, bu profesyonel spor kulüpleri ne biçim bir şirkettir böyle ya… Halkın parasıyla kendine bina yaptıran şirket olur mu?
                                                          ****
            Bursa’nın duayen spor yazarlarından Mehmet Özkeskiner, Çarşamba günkü Hürriyet ekinde, Bursaspor-Galatasaray kupa maçının dudak uçuklatan bilet fiyatlarını konu etmiş. Taraftarın hem ruhunu hem cebini hırpalayan bu durumu ayıplamış.         
            Haklı…
            Öyle ya, adamın vergileriyle stadyum yap; sonra aynı adamı kendi stadyumuna fahiş fiyattan sattığın biletle sok! Dünyanın hangi ülkesinde var böyle yağlı börek?
            Türk milleti dünya milletleri içinde müstesna bir konuma sahiptir: Kendi malı stadyuma seyirci olarak girmek için ve anayasal hakkı olmasına rağmen spor yapmak için para öder.                    
                                                               ****
            Eyy Türk milleti; İstanbullular, Aydınlılar, Antepliler, İzmirliler, Bursalılar ticari bir şirket olan bu profesyonel futbol kulüplerinin Türk halkının sırtından inme zamanı gelmedi mi hala?
            Halkın parasıyla, halkın spor yapacağı spor tesisleri yapmak yerine, spor şirketlerine bedava stadyum yapılmasına hangi kutsal korkuyla, hangi tabuyla göz yummaya devam edeceğiz?      
            “Bu hayatta bize düşen rol, sadece futbol seyirciliği ise yesinler o rolü demenin zamanı gelmedi mi?
 
                           BURSA DA MEYDAN Gazetesi / 18 Nisan 2014