4 Şub 2011

kıbrıs

          UZUN İNCE BİR YOL
         Bir Kasımda Mersini esir alan yağış giderek sele dönüşmüştü. O kıyamette, Müftü Deresinde sürüklenen odun parçalarını toplamaya çalışan insanlardan biri olan Abdülkadir Akbulut’un ayağı kayınca onu “yoksulların ölümü” kucakladı. Geride kalan altı çocuğu ve Mustafa Kemal mahallesindeki yakınları bir daha bahtı karadan haber alamadı.
         Neden sonra Kıbrıs'ta Gazi Magosa limanında karaya vuran bir cesedin üzerinde bulunan kimlik gerçeği ortaya çıkardı. Mersinde ki dereden yola çıkan ceset akıntı ve rüzgârlarla 120 mil sürüklenerek 35 gün sonra Yavru Vatan’a ulaşmıştı.
         Merhumun bedeni ailesinin maddi olanaksızlığı nedeniyle ancak valiliğin yardımıyla yurda getirilebilecekti.
           ****
          Abdülkadir Akbulut’un cesedinin Gazi Magosa Limanına ulaşmasından bir hafta önce, AB delegasyonu Kıbrıs’ta limanların Rumlara açılmamasını bahane ederek müzakerelerin askıya alınabileceğini açıkladı. Bununla beraber Türkiye’nin Avrupa Birliği ülkeleriyle uyum yasalarını çıkarmakta geciktiği ya da uygulamaların sözde kaldığı öne sürüldü.
          Ancak Abdülkadir Akbulut’un cesedinin Gazi Magosa Limanına ulaşmasından birkaç gün sonra ajanslara başka bir haber düştü: Dönem başkanı Finlandiyalı politikacının açıkladığına göre “Türkiye bir liman ve bir havaalanının açılması karşılığında; izolasyonların kaldırılmasını istiyordu ama kendileri açısından bu kabul edilemezdi” Hemen ardından yapılan dışişleri açıklaması ise, böyle bir önerinin yapılmadığı yolundaydı. Sonra yine fikir değiştirildi, “belli bir süre için bir liman ve bir havaalanı açılabilir” denildi.
          Gerçekten de bu AB meselesi yüzünden milletin kafasını iyice karıştı. Muhtemelen yaşarken Abdülkadir beyin de kafası karışıktı. Nasıl karıştırmasın ki dün “çağdaş uygarlık düzeyini” batılılaşma olarak sunanlar bugün AB karşı olmuşlardı ve daha dün batıyı “şeytanın birliği” sayanlar bugün batı kulübünün fanatik taraftarı konumundaydılar.
          ****
          En nihayet Avrupa Birliğine taraf ya da karşı olmak, takım tutma düzeyine indi. Esas hep unutuldu.
          Bir kere bu bir ortaklık projesiydi ve beğenilse de beğenilmese de kendi kuralları vardı. Kimseyi de zorla almıyorlar. Birliğe katılmak isteyen ülkelerden işin gereği isteniyor. Ancak hem bu ortaklığa katılmak için kapıdan ayrılmamak hem de “egemenlik haklarımızı elimizden alacaklar, bizi parçalayacaklar” demek, tuhaftı.
         Bu standartları yüksek birliğe katılarak zenginliğe ortak olma isteğinin bir düş ya da uzak bir olasılık olduğu anlaşılıyor. Türk halkı artık onlarca yıldır süren AB macerasının bir aldatmaca olduğuna daha çok inanmaya başlamıştır. Onurunun kırıldığını düşünen halk politikacıların samimiyetini de sorguluyor.
          O zaman bütün bunlar ne için?
          Naçizane kanaatimize göre ne yazık ki başka bir çağdaşlaşma projesi olmadığı için AB saplantısı var!
****
          AB’nin “kaymağını yemek” nasıl rahmetli Abdülkadir beye kısmet olmadıysa kim bilir aynı hayalle daha kaç kuşak Türkün defnedeceği de belli değildir.
         Sıradan yurttaşların sıkça sorduğu bir soru var: AB’ye girmek için değil de ulusumuzun taleplerini gözetecek, hakça bir paylaşımın koşullarını yaratacak yasalar çıkarmak projeler üretmek, kapılarda beklemekten daha onurlu bir yol değil mi?
          Fena mı olurdu ömrü hayatında bir kez olsun Kıbrıs’a sağ olarak ulaşsaydı Abdulkadir Akbulut… Çocuklarına iyi bir gelecek sunabilse; gönül rahatlığıyla mekân değiştirebilseydi. 

09.12.2006 / www.bursa.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder