4 Şub 2011

magazin

Ayhan Işık / Tahta Kaşık / Belgin Doruk Ona Âşık

Türk sinemasının ilk jönlerinden Ayhan Işık 1979 yazında güneş çarpması sonucu öldüğünde 50 yaşındaydı. Sonradan beyin kanamasının neden olduğu açıklanan bu erken ölüme herkes çok üzülmüştü. O zaman sanatçılar halk tarafından sevilir ve saygı görürlerdi.
Delikanlılık dönemimizde şahit olduğumuz bir olayda bunu bizzat gözlemişizdir. Aynı yılın yaz mevsiminde Çarşamba pazarında yeni moda Amerikan kepleri satan bir pazarcı “Vatandaş gel gel gel! Ayhan Işık şapka takmadı, böyle oldu; gel gel gel” diye bar bar bağırarak malını pazarlıyordu. Bu sırada bir adam satıcıya yaklaşarak “Bana bak altı üstü sattığın bir düdük şapka; Ayhan Işık’ı ne diye karıştırıyorsun?” diye sertçe çıkıştı. Satıcı biraz şaşkın biraz ürkek, bir şeyler gevelemeye çalıştı ama belli ki adamın tarzından korkmuştu. Ancak adam uzaklaştıktan sonra arkasından “artiz” diye söylenebildi.
O günlerde insanlar sanatçıları ailelerinden biri gibi görürlerdi. Muhtemelen Ayhan Işık hayranı bu adam bir malın pazarlanmasında sevdiği aktörün adının ulu orta malzeme edilmesine dayanamamıştı.
****
Aynı adam bugün “artizlerin” kendilerini direk marka olarak, mal olarak tescil ettirmelerine çok şaşırıyordur, herhalde.
Medya Takip Merkezi adlı kuruluşun yaptığı araştırmaya göre artiz markalarının en tanınanı Hülya Avşar kendi kategorisinde geçen yılın en medyatik malı olarak birinci sıradaymış.
Bu hanım artiz neyi temsil ediyorsa ediyor ama gerçekten de gündemde kalmayı başarıyor. Kocası (eski) ve kendisinin maceraları vatandaşlarımız tarafından her nedense büyük bir ilgiyle izleniyor. İnsan düşünmeden edemiyor “acaba toplum bu serapta kendini mi buluyor?” diye.
Geçenlerde yine bir magazin haberinde Avşar’ın eski kocası eski kocasının yeni karısı ve ondan olan çocuğu ile eski kocasından olma kendi çocuğunun bir yerlerde hep beraber tatil yapacakları duyuruldu. Artık kaşarlanmış olması gereken magazin gazetecisi bu duruma şaşmış halde soruyor: “sayın Avşar, bu gruba yeni erkek arkadaşınız bilmem ne beyde katılacak mı” diye. Vay sen misin bunu soran! Gazeteciye “Ne demek grup” diye celalleniyor. “Sen ne dediğinin farkında mısın?” “seni sevmiyorum sana cevapta vermeyeceğim” diyor. Gazeteciyle tartışıyor. Gazeteci de altta kalmıyor. “sana da bayılan yok yani ben de işimi yapıyorum” diye yükleniyor.
Bu olayı konu eden Ece Temelkuran Milliyet’teki köşesinde “yaşasın şanlı magazin direnişimiz” diye ironik bir yazı kaleme alıyor.
****
Bir zamanlar sinemalarda paranın insanlıktan sonra geldiğini anlatan fakir erkekleri seven zengin kızların hikâyeleri izlenirdi.
Sonra her mahallede bir milyoner yaratmayı vadeden Amerikan rüyası gerçekleşti. Üç tane musluk contası bir milyona alınabilir oldu. Ardından da bilindiği gibi artistler bozuldu; mafyacıların iyi adamlar olduğu, vatan kurtardıkları anlatıldı. Nihayet YTL geldi ve milyonerlik bitti. Amerikan rüyası, yavaş yavaş Amerikan kâbusuna dönüşmeye başladı.
Oysa eskiden sokakta çocuklar “Ayhan Işık / Tahta Kaşık / Belgin Doruk Ona Âşık“ diye gizli anlamları olduğunu düşündükleri tekerlemelerle şımarırlardı. Ardından ellerini ağızlarına kapatıp kıkırdarlardı. Onlar henüz markaya değil de mahcubiyet diye bir şeyin olduğuna inanırlardı.
O güzel çocuklarda mı o güzel atlara binip gittiler acaba? Yazık ne yazık…
18.01.2007 / bursa.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder